Tekrar ders ayetimize dönelim.
Cenab-ı Hak ne güzel buyuruyor:”Sizin taptıklarınız toplansalar da bir sivrisinek dahi yaratamazlar.”Bu ayeti iyi anlamak lazım. O haçların acziyeti bilindiğinde, Allah’da kudreti de iyi anlaşılmış olur. Asıl sevilecek olan işte O Allah’dır. Asıl utanılacak olan da yine O’dur.
Sonra yine Mevla buyuruyor: ”O sinek onlardan bir şey soymuş olsa, putlar o zayıf sineğin soyduğu o nesneyi ondan kurtaramazlar.” Böyle ilah olur mu? Akılsız putperestler nasıl oluyor da bu kadar aciz mahlûklara ibadet ediyorlar?
”Talib de zayıf oldu matlub da.” Yani sinek de zayıf oldu putlarda zayıf oldu. Veyahut tapan müşrik de zayıf oldu tapılan putlarda.
Mevla Teala Hazretleri bu meseli beyan ettikten sonra putlara ibadet eden müşriklerin zat-ı ulûhiyeti layıkıyla takdir edemediklerini bildirerek buyuruyor ki:
(Ders ayeti)
”Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Zira Allah (-u Teala) elbette kavidir ve herkes üzerine galiptir.”
Bütün çalışmalarımızı Allah’ın rızasına kavuşmak için yapalım. Nitekim Mevla Teala Kehf suresinde buyuruyor:
”Her kim rabbisine kavuşmayı ümit ederse salih amel işlesin. Rabbinin ibadetine hiç kimseyi ortak etmesin.”
Gördünüz mü? Altın, gümüş, köşk, saray vesair bunların hiç birisi insanı Allah’a yaklaştırmıyor.
Fatih Sultan Mehmed’in babası 2. Murad Han, saltanat gailelerinden çekilerek yerine henüz 13 yaşında bulunan oğlu Fatih Sultanı tahta geçirmişti. Devlet ricali, Osmanlı devletinin içinde bulunduğu buhranlı dönemi daha atlatamadığını böyle bir taht değişikliğinin haçlıların yeniden harekete geçmelerine sebep olacağını söyleyerek Sultan 2. Murad Han’ı bundan vazgeçirmeye çalıştılarsa da bir türlü onu ikna edemediler. Hakikaten de devlet erkânının tahmin ettikleri gibi haçlılar büyük bir koalisyon tertipleyerek Osmanlıya karşı harekete geçtiler.
İşin vahametini anlayan Fatih Sultan Mehmed babasına şöyle bir mektub yazdı:”Eğer padişah iseniz tahta sahip çıkıp kafire mukabele edin. Yok, eğer padişah ben isem emrediyorum derhal islam ordusunun başına geçin.”
2. Murad bu dahiyane mektub karşısında söyleyecek bir söz bulamadı. İmparatorluğun başına geçerek, kâfirlerin üzerine yürüdü, onları bozguna uğrattı. Ne güzel baba! Ne güzel oğul!
Peygamberimiz ne buyurdu onun için:
”İstanbul elbette fethedilecektir. Ne güzel emirdir onu fetheden! Ne güzel ordudur onu fetheden!”
Onlar o saltanatlarının içinde ibadet etmeye aşık idiler. Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri de daha iki yada üç gün olmuştu ki, Şeyhi Akşemseddin’e giderek halvete girmek istemişti.
Ancak Akşemseddin hazretleri bunu reddetti ve dedi ki:”Bu yolda bir lezzet vardır ki bir kere onu tattın mı dünya saltanatı gözünden tamamen silinir. Hâlbuki sen devlet ümurunu gereği gibi ifaya ve saltanatı hakkıyla icraya mecbursun. Sen benim halvetime girersen ahval-i âlem bozulur, sonra Allah’ın gazabına uğrarız. Ey Fatih! Senin salik olman değil malik olman lazımdır.”
Bu büyüklerin sözleri ve halleri ne yazmakla biter, ne de söylemekle. Bizle bu büyüklerin yolunda, onlar gibi ibadete aşık olalım. Geceleri teheccüde kalkalım. En kısa gecelerde dahi kaçırmayalım. Teheccüdü kaçırmak büyük bir zarardır. Tarikat derslerini tamamlamalı. Unutmayın ki herkesin ayrı ayrı kütüğü var, dersini ne kadar yaptığı o kütükte yazıyor. İlla kalkalım. Kalktık mı Allah yardım edecektir.
Bizde ne kadar kamil sıfatlar varsa hepsi Mevla Teala’nın sıfatlarından geliyor. Mesela teşbihte hata yoktur. Bu camii şerifin içindeki ışık dışarıdaki ışığın zılli (gölgesi) dir. Aslı güneştir. İşte Mevla’da bize zıl yolu ile hayat, ilim, semi… Sıfatları gelmese, ne hayat sahibi, ne ilim sahibi, ne işitici olabiliriz. Mevla Teala bunları bizden aldığı takdirde bizde bir şey kalmaz. Mevlamızı böyle tanıyalım ve millete tanıtalım.
Ya Rabbi! Bu ilimler senindir. Bize dostların vasıtasıyla geldi. Bazıları Allah’ın nimetlerini yer, şarap bardağı da yanındadır. Peki, sana o nimetleri veren, sana o nimetlerin tadını hissettiren yaratan Allah’ı düşünmek nerede kaldı. İnsanoğlu Allah’dan utanarak yemelidir.
Bir gün adam öldürmüş bir suçluyu karakola getirmişler. Sonrada önüne yemek koymuşlar. Adam utanarak yemiş başı aşağı doğru eğik.O bizden daha akıllıca hareket etmiş o kadar kötülüğü yaptığı halde.
Bundan sonra ekmeğe de çok dikkat edelim. Bakınız hepinize tembih ediyorum ‘ekmek kırıntılarını yeyiniz!’ Bir ekmek kırığının düştüğünü görsem vallahi billahi alıp temizleyip yiyorum.
Bir adam yolda kölesi ile giderken baktı ki bir ekmek parçası bir pisliğin içinde yanında geçti gitti, ama onu oradan almadığına pişman oldu. Dönüşünde aynı yerden geçmesi gerektdi. Baktı ki pislik orada fakat ekmek yok. Acaba ekmek ne oldu diye kölesine sordu. Kölesi:”Bir ara fırsat bulup onu ben aldım, temizleyip yedim.” dedi. O zaman o kimse dedi ki:”Bir cennetlik adam benim kölem olamaz. Seni azad ediyorum. Çünkü Resulullah’tan işittim:”Bir adam ekmek kırıntılarını toplasa yese cennetliktir.”
Bu müjdeyi unutmayalım. Ekmek kırıntılarını toplayıp hayvanlara versek ne olur derseniz, derim ki onu biz yiyelim, hayvana başka şey verelim. Çünkü hayvan sevap kazanamaz. Ekmek kırıntılarına dikkat etmemekten cin çarpmaları da olur.
Birisi manada Lokman Hekim’i gördü. Lokman Hekim ona:”Bu gün ismi duyulmadık hastalıklar var ya! onlar ekmek kırıntılarının lağımlara karışmaları sebebiyle oluyor.” dedi.
İçinde içecek bulunan bir kabın üzerini açık bırakmamalıdır. Velev bir çubukla olsun kapların üstü örtülmelidir. Tam sünnet üzere yaşarsak hiç hasta olmayız.
Edeptir yol asıl Hakka gidelim
Cemali ba kemali seyredelim… Bizler şeriata her zaman muhtacız.
Şimdi ayetimize geçelim:
”Allah (-u Teala Hazretleri) meleklerden ve insanlardan resuller seçer. Muhakkak Allah (-u Teala) ziyade işitici ve görücüdür.”
Bu ayeti celile Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Bunlar Allah’ın resulünü kastederek:”Allah, peygamber gönderecek başka kimseyi bulamadı da onu mu gönderdi?” gibi alaylı sözlerle peygamber efendimizin peygamberliğini inkar ettiler. Bunun üzerine Mevla Teala bu ayeti inzal buyurdu.
Cenab-ı Hak, Efendimizi (Sallallahu aleyhi ve sellem) seçti. Ne güzel seçti. Anlamayanlar:”Niye Onu seçti?” dediler. Onlar peygamber efendimizin hakikatini bilemediler.
Hâlbuki bir hadisi kudsi’de buyuruluyor:
”Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi sevdim. Ve beni bilsinler için mahlûkatı yarattım.”
Mevla Teala bilinmekliğini sevince kadim olan sevgi sıfatının sureti meydana geldi. Efendimiz’in hakikati oldu. O öyle muazzam nurdur ki bütün kainat ondan yaratıldı. Efendimiz bu manaya işaret ederek:
”Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur.Müminlerde benim nurumdan (yaratılmışlar) dır.” buyuruyor.
(Ders ayeti)
”Onların ilerilerinde (önlerinde) olanı da, gerilerinde (arkalarında) olanı da bilir. Bütün işler ancak Allah’a dönücüdür.”
Ya Rabbi! Bizim yaptıklarımızı da, yapmadıklarımızı da, yapamadıklarımızı da, yapamayacaklarımızı da bilen ancak sensin. Biz bilse idik başımıza gelecek belaları izale etmeye çalışırdık. O ki yalnız sen biliyorsun, sen izale et! Amin..
Mevla Teala ehli imana hitaben buyuruyor ki:
(ders ayeti)
”Ey iman edenler! Rukuya varınız, secde ediniz ve rabbinize ibadette bulunun ve hayır işleyiniz, ta ki felaha erebilesiniz.”
Bir gün Efendi Baba beni çağırttı. Yanına gittiğimde sordu:”Mahmud, bu yaptığın ibadetler o huzura layık oluyor mu, olmuyor mu?” Ben: ”Olmuyor efendim” dedim. Ama dedi:”Bunu bir puta yaptığını düşünelim kâinat altüst olur mu olmaz mı?””Olur” diye cevap verdim. ”O halde ibadetinde kabul oluyor” dedi. O çok büyük bir insandı, işi ne güzel anlamıştı.
Şeytan bir gün bir müslümana arkadaş oldu. Maksadı ona vesvese vermekti. O müslüman sabah oldu namaz kılmadı, öğlen oldu namaz kılmadı, ertesi sabaha kadar bekledi. O kimse namaz kılmamaya devam edince şeytan:”Seninle arkadaş oldum ama artık vazgeçtim. Korkarım Allah-u Teala sana bir bela verirde bende yanarım.” dedi ve kaçtı.
Sure-i Haşr’da Mevla Teala şöyle buyurmakta:
”Şeytanın meseli gibi ki, vaktiyle insana kâfir ol dedi, vaktaki kâfir oldu. Ded ki: Şüphe yok ki ben senden uzağım. Muhakkak ki ben âlemlerin rabbinden korkarım.”
Mevla Teala müminlere ruku ve secde etmelerini emrettikten sonra bilhassa buyuruyor:
(Ders ayeti)
”O Allah yolunda hakkıyla cihad edin; o sizi seçti ve dinde üzerinize bir güçlük kılmadı, öyle olunca babanız İbrahim milletine tabi olun.İşte Allah bundan önce ve bunda (Kuran’da) size müslümanlar ismini verdi, şu resul sizin üzerinize şahid olsun siz de insanlar üzerine şahid olasınız, öyle ise namazı dosdoğru ve devam üzere kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın.İşte O Mevlanızdır hemde ne güzel Mevla ne güzel yardımcıdır.”
Cihad: Gücün yettiği kadar bütün kudret ile savaşmaktır. Bu da üç türlü olur. Biri din düşmanları ile (mesela: Rus ve Yunan’la) Allah için savaşmaktır. İkincisi nefis ile cihattır. Üçüncüsü şeytan ile mücadele etmektir. Evvela nefis ile cihad etmek gelir. Onu yenmeden adam olunmaz. Ondan sonra en efdal cihad nedir?(Hadisi şerifte:)
”Cihadların en efdali; emri bil maruf nehyi anil münker dir.”
Başka bir hadisi şerifte de:
”Kim emri bilmaruf – nehyi anilmünker ederse Allah’ın yeryüzünde ki halifesi, resulun halifesi ve kitabın halifesidir.”
Tavsiye ediyorum size canınızı bu yola adayın!.. Çalışın, alışın.Çalışmak, alışmak.. Başkası yok. Çalışan mutlaka muvaffak olur, bataklıklar içerisinde de olsa. Bunu ben demiyorum, Allah söz veriyor:
”Ve o kimseler ki bizim uğrumuzda mücahedede bulundular, elbette onları bizim yolumuza hidayet ederiz ve şüphe yok ki Allah elbette muhsin olanlar ile beraberdir.”
Ancak çalışmalar Allah için ve riya karışmaksızın olacak.
Efendimizin ordusundan bir asker, yapılan savaşların birinde düşman ile öyle çarpıştı ki, ötekilerin hepsi utandı. Fakat peygamberimiz onun hakkında:”Bunda cehennemli siması var!” dedi. Ötekiler hemen sordular ona:”Sen hepimizden daha gayretli savaştın, kastın neydi?” O da dedi ki:”Yahu görmediniz mi hurmalıklar elimizden gidiyordu.”
Necmeddin-i Kübra Hazretleri bir şeyhe intisab etti. Kendisine batıni haller hasıl oldu, ilmi de çoktu. Bir gece hatırına geldi ki: Batıni ilimden haberdar oldum, zahir ilmimde şeyhimin ilminden ziyadedir. Buna vâkıf olan şeyhi onu çağırttı ve: ”Kalk sefere çık, senin Ammar Yasir’in yanına gitmen gerekir.”dedi.O da emredileni yaptı.
Şeyh Ammar’ın hizmetine girdi. Lakin bir süre sonra aynı şey aklına geldi. Buna vakıf olan Şeyh Ammar onu yanına çağırttı ve:”Necmeddin! Kalk Mısıra git. Orada Ruzbehanın hizmetine gir. Bu, senin varlığını bir sille ile beyninden çıkarıp atar.” dedi. Oda yine denileni yaptı, Mısır’a gitti. Şeyhin hanigahına girdi şeyh orada değildi. Mürdilerin hepside murakabe halinde idiler. Hiç kimse onun gelişine aldırmadı.
Orada bulunan başka birisine:”Şeyh hangisidir?” dedi. O da şeyhin onlar arasında olmadığını, abdest almak için dışarı çıktığını söyledi. Bunun üzerine Necmeddin-i Kübra abdest almakta olan şeyhin yanına gitti. Gördü ki az bir su ile abdest alıyor. Hatırına geldi ki:”Şeyh bilmezmi ki, bu kadar az bir su ile abdest alınmaz. Bu nasıl şeyhliktir.”
Şeyh abdestini bitirdikten sonra elini onun yüzüne silkti. O, su yüzüne dokunu dokunmaz bir tuhaf oldu. Sonra şeyh hanigâha girdi, o da onunla girdi. Şeyh abdest şükür namazına başladı. O da ayaküstü durdu o halde iken kendini kaybetti.
Manada gördü ki kıyamet kopmuş, cehennem ortaya çıkmış, adamları tutup tutup ateşe atıyorlar. O ateşin güzergâhında bir tepe var. Bir şahıs da o tepenin üzerine oturmuş. Her kim derse ki ”ben bu zata bağlıyım” hemen onu bırakıyorlar, başkasını ateşe atıyorlar. Birden onu da tutup çektiler.
O yere geldiği zaman dedi ki: ”Ben bu zata bağlıyım” deyince bıraktılar. Sonra o tepenin üzerine çıktı baktı ki, Şeyh Ruhzebandır. Huzuruna vardı, ayağına kapandı. Ensesine öyle şiddetli bir sille vurdu ki, onun şiddetinden yüz üstü düştü. Şöyle dedi:”Bir daha hakikat ehlini inkâr etmeyesin.” Düşer düşmez hemen kendinden geçme halinden ayıldı.
Bu sırada şeyhte namazını tamamlayıp selamını vermişti. Yanına daha da yaklaştı, ayağına kapandı. Şeyh o vakıada olduğu gibi açıktanda bir sille attı ve orada söylediği sözüde söyledi. O hastalıkta (inkâr hastalığı) içinden çıkıp gitti. Şeyh, Necmeddin’i Kübra’ya:”Geri dön git. Şeyh Ammar’ın hizmetine gir.” dedi ve şeyhe teslim etmesi üzere bir mektub verdi. Mektubda şöyle yazılıydı:
”Her ne kadar bakırın varsa bana gönder ki, onları halis altın edeyim., yine sana yollayayım.”
Niyet doğru dürüst olmalı. Rütbe, makam, riyaset için amel etmeyin. Ya niçin amel etmeli? Mukaddesatın muhafaza olması için.
Mevla Teala ayeti kerimede ”O sizi seçti” buyurdu, bu nasıl oldu? Kendisine ibadetle, hizmetle, taatla meşgul olmamız için bizi seçti.
Bir insan için bundan daha yüksek hangi rütbe ve bundan daha yüksek hangi saadet olabilir. Mevla Teala bu yüksek rütbeyi bize verdi, bunun yanı sıra diğer dinlerde olduğu gibi islam dininde kullarına çekilmez ağır yükler yüklemedi. Herkesin durumuna göre ruhsat verdi.
Mesela; zaruret zamanlarında, seferde namazın kısaltılması, seferde iftar yapılması, su olmadığı yerde teyemmüm yapılması, zaruret zamanlarında ölmüş hayvanların etlerinin yeilmesi, hastalık ve acizlik zamanlarında orucun yenilmesi, takat getirilmediği anda namazın oturarak veya yatarak kılınması dindeki kolaylıklardan bir kaçıdır.
Ey ümmeti Muhammed! Allah (Celle celaluhu) dini için insanların arasından sizi seçti ve dinde üzerinize bir güçlük kılmadı. Öyle olunca Ey Ümmeti Muhammed babanız İbrahim’in milletine tabi olun.
Dinde babanızın milletine uyun. İbrahim (aleyhisselam) her ne kadar bütün milletin babası değilsede Allah’u Teala ”Babanız” diye isim vermiştir. İbrahim (aleyhisselam) Hazreti Resul’un babasıdır, o da ümmetin babasıdır. Öyle olduğu için İbrahim (aleyhisselam) ümmetin babası demektir.
Ayeti kerimede buyurulduğu üzere Resul (Aleyhisselam) ve biz ümmeti Muhammed diğer ümmetler üzerine şahid kılınacağız. Mevla Teala bütün peygamberlerin ümmetlerine bir bir:”Peygamberiniz benim yolumu tebliğ etti mi?” diye soracak.
Nuh (Aleyhisselam) ümmetine de aynı soruyu sorduğunda onlar:”Hayır ya Rabbi! tebliğ etmedi.”diyecekler. Nuh (Aleyhisselam) ise ”950 sene onları senin yoluna davet ettim.” diyecek bunun üzerine ümmeti Muhammed şahid olarak getirilecek.
Nuh (Aleyhisselam) ın tebliğ vazifesini yaptığını lakin kavminin ona icabet etmediğine şahidlik edecek. Bunun üzerine Nuh (Aleyhisselam) ın kavmi itirazda bulunarak:”Ya Rabbi! Biz evvel ümmetleriz onlar ise en son ümmet, bizim hallerimize nasıl vakıf olabilirler ki, şahid oluyorlar!”dediklerinde,
Mevla Teala Ümmeti Muhammed’e:”Deliliniz var mı?” diye soracak. Ümmeti Muhammed’de Sure-i Nuh’u baştan aşağı okuyacak. Bunun üzerine Mevla Teala meleklerine:”Bunları cehenneme atın” buyuracak.
Mevla Teala başka ümmetlere vermediği iki hasleti bu ümmete verdi. Biri: Ümmeti Muhammed’e dinde güçlük kılmadı. Diğeri: Kıyamet günü Ümmeti Muhammed’i diğer ümmetler üzerine şahid kıldı.
Ali İmran suresinde ”Allah’ın ipine -şeriatına, dinine, Kuran’ına sımsıkı sarılın” buyurmakta. Dersimizin ayeti kerimesinde ise ”Allah’a sarılın” (Mevla Teala’nın zatı paki subhaniyesinin cemalinin nuru ile kalplerinizi parlatın) buyuruyor.
Şah’ı Nakşibendi (Kuddise Sirrahu) Bu iki ayeti kerimenin emrine imtisal edenin işinin tamam olduğunu buyurur…
Devamını oku...